30 Haziran 2011 Perşembe

UÇTU UÇTU KUŞ UÇTU!(1)


Bizim evin akşam çayları meşhurdur. Zira biz aile apartmanı olarak tanımlanan kabile yaşam biçimini İstanbul gibi bir şehirde de sürdürmeyi başaran nadir ailelerden biriyiz. İlk bakışta amazon ormanlarını andıran insanların bahçesinden tarif ettikleri bir aile apartmanında oturuyorum. Bahçesinde muşmula, malta eriği gibi enteresan meyvelerin olduğu bu apartmanı babamın kardeşleri olan iki amcam ve bunların birbirinden enteresan eşleri (yengelerim), çeşitli yaşlarda ve huylarda kuzenlerim ve hatta kuzen çocukları ile paylaşıyorum. Semaverde demlenmiş halis Karadeniz çayını içerken günü taçlandıran bir olay oluveriyor.
Dün bahçemizin cazibesinde etkilenip gelen bir misafirimiz vardı. Nereden geldiğini anlayamadığımız bir kuş uçup bizim bahçemize gelmiş. Kuzenim(ben ona kuzi diyorum) bu küçük kuşu yakalayıp getirdi ( artık nasıl bir çocuk tahmin edin) bir kutuya koyduk. Çoluk çocuk sanki ilk kez kuş görüyormuş gibi başına üşüştü. Aslında haksız değiller de evimizin şöyle bir kuralı var hayvanlar sevimlidir, besleye bilirsiniz fakat asla evde olmaz. Haklı olarak çocuklar bu güzel kuşa rağbet ettiler. Derken bu kafes kuşunun salınmasını isteyen aile büyükleri ve beslenmesini isteyen çocuklar arasında bir duygusal harp başladı. Babam “özgür bırakın hayvanı günah” deyi verdi. Minik kuşun bir parmağının kopmuş ve kanamakta olduğunu görünce premenstruasyonun da etkisi ile ağlamaya başladım. Elimizde ne kafes ne yem nede kuşu beslemek için icazet vardı çaresizdik. Derken kuralları çiğnemeyi adet edinmiş olan kuzim, kardeşim ve ben hemen kuşu da alarak bir petshopa gittik. Kafes, yem ve gerekli yaşam malzemelerini aldıktan sonra sıra en zor kısama gelmişti kuşu eve sokmak… kuşu eve nasıl soktuk? Azar yedik mi? Kuş iyileşecek mi? Pek yakında alerjikteJ

26 Haziran 2011 Pazar

Göbeğini Kaşıyan Adam


Türkiye bir seçim sürecinden geçti sonuç iyi yada kötü bununla ilgilenmiyorum. Bu süreçte demokrasi maskesi taşıyan herkesi sobelediğini söyleyen ve dürüstlükten dem vuran bir kurum sobelendi. herşey gözümüzün önünde oldu aslında... Yıllardır sağ seçmene hakaret etmek için bidon kafalı ve göbeğini kaşıyan adam benzetlerini kullanan sözde solcuların bu söylemlerini siyasi platform ısındıkça sevimsizce tekrarlamaları ve sağ seçmenin susması ile geleneksel şekilde devam ediyordu. 12 haziran günü kendini sağcı olarak tanımlayan cemaatçi olarak etiketlenmiş bir televizyon kanalında "bir yudum hikaye" adlı beğenerek izlediğim televizyon programının sunucusu beyefendinin oy kullanırken çektirdiği fotoğrafın basında çıkması ile gelenek bozuldu. Fotoğrafta meşhur sunucu üzerinde eşofmanı içinde atleti elinde boş bir bidon karnını kaşırken oyunu kullanıyor. Tek kelime ile beyefendinin zekasına hayran kaldım tabi medeni cesaretinede işte demokratik platformda özlediğim görüntüler derken hevesim kursağımda kaldı. Çok geçmeden beyefendinin çalıştığı kurum tarafından işine son verildi. Beyefendi kendinden beklenen bir davranış sergiledi programının kaldırılmasına tepki göstermedi ve kurumu eleştirmedi gücenmediğini söyledi.

 Ben türkiye demokrasisi adına alındım. Şimdi güzel ülkeme pek çok katkısı bulunduğuna inandığım bir sosyal oluşumun (en azından benim gözümde) tahlilini yapma vakti geldi çattı; "demokrasiyi savunuyoruz"," biz varya her yerde ülkemizin adını duyuruyoruz" ,"bu ülke için en doğru sentezi biz yaparız" diyerek ortaya attığı attığı iddaları bireysel tepkisini demokratik bir platformda gösteren ve bunu yapması  yurttaşlık hakkı olan bir bireyi sistemi içinde ve kamuoyu önünde acımazısca cezalandırarak kendisi çürütmüş oldu. cemaat kültürünün alt okumalarını bize açtığı için teşekkür ediyorum. Cemaate bağlıysanız eğer bireyselliğinizi ve buna bağlı haklarınızı kullanamazsınız. Oldu ki böyle bir hata yaptınız biz size haddinizi bildiririz. Biz kendimiz dışındaki her kurum ve oluşum için demokrasiyi savunuruz. Cemaat olarak itaat kültürünü oturtmaya çaılışıyoruz bunu için ekonomik, politik, eğitim kanallarını kullanıyoruz demokrasiyide buna alet ediyoruz. Sanırım samimi solcuların hakkı var. Bireysel özgürlüklerin sınırlı olduğu, hak arama yollarının açık olmadığı, darbe üstüne darbelerin yapıldığı,siyasi partilerinin ömürlerinin ergenlerin aşklarından kısa olduğu, siyasi parti liderlerinin ve yöneticilerinin kastelerle mat edildiği, sanat eserlerine ucube dendiği, insanların kafalarının içinden çok üstündekinin önemsendiği, parti içi demokrasinin bir türlü oturmadığı bir ülkede yürü be cemaat kim tutar seni! 

25 Haziran 2011 Cumartesi

Adım Neden Alerjik?


Blog yazarlığına başlamaya karar verdiğimde karşımdaki en büyük sorun ne konu ne yazı yazma teleşıydı en büyük sorunum blogda kullanacağım "nick name" di. İki dönem sanat tarihi dersi almamın ve tabi özel ilgiminde etkisi ile yaklaşık olarak 12 saat boyunca yunan ve hitit mitolojilerinin isimlerini taradım.Athena, Artemis, Pandora,Antigone, Puduhepa... Sonuç tabiki benim kahramanlarımın isimleri önceden başka blog kullanıcıları tarafından alındığından elimde sevdiğim edebiyet eserlerinin kahramanları kaldı.Shakespeare'in Ofelyası, Desdemonası, Portiası; Virginia Woolf'un Orlandosu; Slyvia Plath'ın ilk Amerikan feminist romanı olarak kabul edilen Sırça Fanus son ümidimdi ama tabiki bu isimlerde önceden alındığından yapacak başka bir şey kalmadığımdan( değil tabiki) en az benim kadar parlak fikirli olduğunu düşündüğüm kardeşimin başının etini yemeye başladım. Dır dır dır dır derken yaratıcı bir fikir çıktı lazcada kar tanesi anlamına gelen "patuli" ismini önerdi bende çaresizce kabul ettim. Patuli nickini kullandığım yazın hayatım bana yazarlık veren admine sinirlenip kendime blog açmaya karar verene kadar... Tam yeni bir nick name arama işine girişecektim ki yakın bir arkadaşım ( bu konu ile ilgili kafasını şişirdiğim yakın bir arkadaşım) sen çok alerjiksin neden bunu kullanmıyorsun deyiverdi... Evreka işte ben alerjik. polen, güneş, soğuk, nem, mevsimlik yeşil otlar, ev tozu, bazı ilaçlar, bazı gıdalara alerjim olduğundan sanırım isim doğru bir seçim oldu.

Alerji demişken bu kadar çok şeyle baş etmek için pek çok tedavi yolu deneyip bir servet harcayıp tedavi olamamış antihistaminik maddelerle hayatını sürdüren yanında paket paket kağıt mendil, antihistaminik ilaçlar, kortizol taşıyan, arkadaşlarının " senin hapşırmana aşık olacak adam bulmak lazım " diyerek dalgaya aldıkları günlük hapşırıklarını sayıp rekor denemeleri yapan bir alerjikim.

24 Haziran 2011 Cuma

Bu Kadar Olmaz Ki!


Ne zor şeymiş meğer yazmak her yerde harıl harıl malzeme aramak ve acaba sağlık hakkında mı? Sosyoloji mi?, yok yok aşk hakkında yazayım. Acaba ciddi mi yazsam komik mi? Olmadı çok terminoloji kullandım etik olmadı. Sonra birde adminler var” bu platform özgür” deyip kandırıyorlar sonrada” aaa olmaz bunu yazamasın” diyorlar. Siyaset yapmak yokmuş neymiş efendim politik bir platform değillermiş. Kötü admin adamı blog sahibi yaparmış.

Çoğu zaman çocuk gelişimi ve sorunları üzerine yazma isteği hissediyorum( çocuk profesyonel uzmanlık alanımdır övünmek gibi olmasın). Tıpkı benim gibi hissedip çocuk alanda başarılı yazılar yazan bir meslektaşım ve yakın arkadaşım var. Çocuk ve ölüm hakkında yazdığı bir yazı başka bir site tarafından araklanmış.  Bu siteye bu yazıyı koyan kişiye affınıza sığınarak arakçı diyeceğim. Ey arakçı madem yazı yazamıyorsun yazma kardeşim bu işi yapan insanlar var. Madem yazıyı beğendin o zaman yazarına ulaş ve kaynak göster.  Dersen ki ben kaynak göstermeyi bilmiyorum o zaman kaynak gösterme ile ilgili bilgi edineceğin bir kitap var adresini ver ben sana Allah rızası için göndereyim.  Sonuç olarak kopyala yapıştır mantığı ile ödev ve araştırma yapan hatta tez yazılan bir ülkede ben buna bilimcilik oynamak diyorum böyle araklamaların yapılmasına şaşırmamak lazım. Günlük konuşma dilinde 50 kelime ile konuşan, dilekçe yazmayı bilmeyen, iki kelimeyi bir araya getirip konuşamayan eğitim fakültesi mezunlarımız var.( Bende eğitim fakültesi mezunuyum bu arada öğretmenleri eleştirmiyorsun diyen bir arkadaşım vardı bu cümleyi ona ithaf ediyorum) bu olaydan sonra bir haftalık blok yazarlığı hayatımı noktalasam mı diye düşündüm sonra şuna karar verdim işte bunu dillendirmek için yazmalıyım. Arkadaşımın yazısı ve arakçı hikâyesi hukuki boyuta taşınacak merak etmeyin.
Sonuç olarak yazmak zor iş hele bu ülkede yazmak ya suya sabuna dokunmadan dedikodu yapacaksın ya da adam gibi yazacaksın millet araklayacak.  

Mutluluk Kelebeği


Modern dünyanın dayattığı ölümcül koşuşturmaca içinde kaygı çağı insancıkları mutluluğu arıyor. Bitmek tükenmek bilmeyen dünya samanlığında mutluluk iğnesinin arayışı. Kütüphanelerimizde sıra sıra dizilen ya da orta sehpaların üzerinde afili isimleri ile misafirleri karşılayan kişisel gelişim ( yada kişisel gelişememe) kitapları, bitkisel ürünler, yeşil reçeteli ilaçlar, uzak ülkelerden gelmiş mistik disiplinlerin başarısız denemeleri… Liste uzayıp gidiyor. İnsan hayatının rutinleri arasında kaybettiği mutluluk kelebeğinin omzuna konması için çırpınıyor. Kimileri alışveriş kolik oluyor bu süreçte hayatın kendisine uyguladığı mobing davranışını para harcayarak kusma yolunu seçiyor. Hayatlarının merkezine bir spor klubünü (genelde futbol) koyuyor ve sanal sevinçler hüzünler yaşıyor. Kimileride yüreğinin götürdüğü yere giderken yüreği yetmeyeceklerle yola çıktığından olsa gerek yolunu kaybediyor. Hangisi daha az zarar verir insana? Yürüyecek başka patikaları yok mudur hayatın?

Telefon Zırıltısı


Boğaza karşı Gülhane sırtlarında tavşankanı semaver çayı yanında da bir o kadar koyu sohbet… Hayatın damarlarımda aktığını hissettiğim nadir anlardan biri kablosuz telekomünikasyon ağını kullanarak annem olması muhtemel olan kişi telefonumun (özenle yüklenmiş melodimle) çalması. İşte böyle başladı telefon hakkındaki düşünsel süreçlerim. Ne zalimce bir hayat müdahalesiydi. Hayatımızın anları telefon zırıltılarıyla bölünüyor ve hayat teknolojinin amansız saldırılıları yüzünden yekpare yaşanamıyor. İnsan sessiz kendi başına kalıp hayat hakkında iç konuşma geliştiremiyor.
Telefonun bazı zamanlarda bazılarımız için en cana yakın ama bir o kadar da ıstırap kaynağı olan bir alet oluşu aşkla mümkündür. Sevgiliniz sesi anlamına bürünür bir anda araması ile dünya ve olayları algılayış biçimimiz değişir. Beni seviyor, ayyy arıyor, offf hiçbir şey eskisi gibi değil, sesi kötü duygularından emin değil…gibi bir seri haklı haksız çıkarımda bulunuruz. Telefonda konuşurken karşımızdakini görmüyoruz gözlerine bakamıyoruz. Gözbebeklerindeki o anlamı hissetmeden mimiklerini görmeden söylenmiş sözler samanlığı ama en azından sesinin tonunu işitiyoruz. Birde işitmeden görmeden yazılan sözcükler var ki işte bu son dönemin en trend iletişim yolu ben buna ergen iletişimi diyorum evet mesajlaşmadan bahsediyorum. Dıtdıt dıtdıt ( 1 yeni mesaj) heyecanla okuyorum “snsvyrm” bu mudur? Yani mesajla bile seni seviyorum diyemeyen adam gözlerimin içine bakarak canlı kanlı bana nasıl seni seviyorum diyeceksin? Birde mesajla imada bulunup bir şeyleri söylemeye çalışanlar var ki ama onları affediyorum ya da takmıyorum çünkü daha trajik bir grup var onlarda bir şeyleri söyleyip söylememiş gibi yapanlar aman Allah’ım kimseyi bu flora ile karşılaştırmasın. Bu konu uzar gider benim telefona yada mesajlaşmaya karşı olduğumu düşünmeyin aman sadece insanların dürüstlüğüne gölge düşüren bir sanallık perdesi oluşturuyor bu perdenin arkasına saklanmadan iletişim kurmanızı salık veriyorum...
                                                                                                        alerjik